Hatice Şimşek – Dönüş


“Bizim kavuşmamız için illa birimizin ölmesi mi gerekirdi Esat abi?” dedi. Bütün yolculuğu bu düşüncenin kafasında çoğalan ve yankılanan ağırlığı ile geçmişti. Yol boyunca uzayan geniş buğday tarlaları, örtüsü bir açılan bir kapanan dağlar, yağmurun sesi, ıslak toprak kokusu, radyoda Maraş türküsü. Hüzünlü, nostaljik, hatta romantik bile sayılabilirdi. Aldırmamıştı Oğuz. Mezarlığın başında dikilen vücudunu gülünç buldu, mezarlardan birinin taşına yaslandı, cebinden dört bilye çıkardı. Avucundaki bilyelerle oynuyor, soğuktan kızaran burnunu çekiyor ve “Bizim kavuşmamız için illa birimizin ölmesi mi gerekirdi” diye düşünüyordu.
Aslında sürekli bir alışverişle akan acele hayatında Esat’ı düşünmek ve onu özlemek aklına bile gelmemişti. Telefondaki ses, acı haberi verinceye kadar. Yıllar boyunca kendini belli etmeden biriken bir ağrı tortop olup balyoz gibi inmişti kafasına. Hiç konuşmadan, kimseye haber vermeden, geceden çıktı yola. Suratındaki ifade köye gelene kadar hiç bozulmadı. Bir kez bile ağlamadı. Sabahın yükselen ışıklarıyla köy meydanına giren siyah arabayı, köy ahalisi pencere camlarına doluşan meraklı gözlerle karşılamıştı. İlkin kahvehaneye uğradı, arabasının etrafına çocuklar birikti. Kazaklarının kollarıyla arabayı parlatıyor, bir uydu gibi arabanın etrafında neşeli çığlıklarla dolanıyorlardı. Kahvedekiler ayakta, “Hoş geldiniz Oğuz Bey.” diyorlardı. ‘Hoş geldiniz Oğuz Bey.’ Bir Bey’e sığmıştı her şey. Hayat bu kadar basitti işte. “Nerede horlanmış ayakkabıların Oğuz, ince mintanın, yamalı pantolonun?” diye sordu içinden. Gülecek oldu, gülemedi; ağlayacak oldu, ağlayamadı. Mezarlığa gelmeden evvel doğduğu eve de uğradı. Ev, neredeyse yıkılmış, çatlaklarında otlar bitmiş. İlgisizliği bağışlamaz hayat. Yerini kolayca doldurur. Çocukluğunu hatırladı, evin önünde oynarken düşüp dizlerini kanattığında annesi duysun diye bağıra bağıra ağladığını. Annesi öldüğünde de aynı oyunu oynamış ama bu defa gelen olmamıştı. Burnunun ucu sızlayacak gibi oldu. Yine aldırmadı. Terkedilmiş eve kendi hayaletine bakar gibi baktı. Otların arasından mezarlığa doğru yürüdü…

Devamı: Mahalle Mektebi 34

Önceki Şeyda Arslan - Saklı
Sonraki Sema Bayar - Duvar